"Katı olan herşey buharlaşıyor" kitabı üzerinden günümüz sokaklarına bir bakış:
Lenin der ki : “Soyluluk, Rusya’ya sevimli Manilovlar verdiği gibi, Bironlar ve Arakçeyevler, sayısız ‘sarhoş subaylar, kabadayılar, kumarcılar, panayır kahramanları, av ustaları, cümbüşçüler, dayakçılar, kadın simsarları’ da armağan etti.”(1) Dostoyevski’nin “yeraltı” insanı gibi, Çernişevski’nin “yeni” insanı da bu armağanlardan birisidir. Yeni insan -yeraltı insanı- bir taraftan etrafını gözlemlerken, diğer yandan değişimin arzusunu taşımaktadır. Yeraltında beklemektedir. Karanlıktır yeraltı, korkutucudur, tehdit edici ve yasaktır. Belki de sırf bu sebeplerden dolayı ilgi çekicidir.
Tunus’ta sosyal adaletsizliği protesto etmek için kendisini yakan Muhammed Bouazizi’nin ölümüyle patlak veren Arap Baharı’nın birinci yaşını doldurduğu şu günlerde sokakların tekin olmadığını görüyoruz. Tekin olmaması gerekliliğini de anlıyoruz elbette. Çünkü sokak, özgür iletişimin gerçekleşebileceği tek mekandır. Sınıfsızlığın temsilidir. Mülkiyet dahilinde değildir. Her sokak meydanda sona erer. Meydan devrimin yapılacağı yerdir. Meydanlar kalabalık grupları kendine çeker. Tahrik edicidir. Bütün önemli konuşmalar meydanlarda yapılır. Alınan kararlar meydanlarda kitlelere açıklanır. Yeraltında olgunlaşan düşüncelerdir bunlar. Bu düşüncenin sahipleri, “Rusya’yı siyasal özgürlük yoluna sokacak olan liberaller değil, saçma ve çocukça gösteriler örgütleyen hayalcilerdir. Yasaları çiğnemeyi, dövülmeyi , mahkum edilmeyi ve aşağılanmayı göze alan insanlardır.”(2) Yalnızca Rusya’da değil, 1860’ların Fransa’sında da devrim, özlemle beklenmektedir:
“Matheu, büyük bir devrim olacağını her zaman söylerdi.
Onun için gerçek adaletin tecelli etmesi buydu. Örgütlenerek, sakince olayları gözlemleyerek sendikalar kurmak ve gün gelip şartlar olgunlaşınca, binlerce tembelin karşısında milyonlarca işçinin gücü eline alması ve sonunda hakim olması demekti. Adalet bu demekti.
Şimdi nisan güneşi olanca görkemiyle dört bir yana ışık saçıyor, üretken toprağı ısıtıyordu. Her yerde tohumlar olgunlaşıyor, toprağı zenginleştiriyor. lşık ve ısıyla her yerde filizleniyor. Fısıldayan seslerin altında özsular taşıyor. Tohumlar serpiliyor, verimli doğanın, büyük bir öpüşüyle gelişiyor.
Daha sonra, gittikçe toprağa yaklaşıyordu. Cana can katan o nisan sabahında, uçsuz bucaksız ovanın dört bir yanından derin bir uğultu yükseliyordu. İnsan bitiyordu, topraktan. Gelecek yüzyılda ürün vermek üzere yavaş yavaş filizlenen, pek yakında yer küreyi sarsarak, baş verecek olan, kapkara bir insan ordusu boy atıyordu.” (3)
Zola’nın bahsettiği tohumların yeşermesi için elbet zaman gerekiyordu. Maden işçilerinin örgütlenmesi için de fikirlerin olgunlaşması. Güçlü yazarların kalemiyle, güçlü yönetmenlerin gözüyle , yetenekli müzisyenlerin armonileriyle, kısacası sanatla işlenecektir şehirler insan belleğine. Sözler yerine kaba kuvvet kullanılabilse de kelimeler kudretini hep koruyacaktır. Yeraltı insanı her türden sonsuz acı, kuşku, inkar, arzu ve mücadele olasılıklarından heyecana kapılacaktır. Modernleşmeye karşı insani bir serüvene girişecektir. Çünkü modern metropol , kapitalizmin yozlaşmış bir ürünüdür. Billur saray ile metafor edilen de budur. Saraya karşı duran, her sınıftan insanı kapsayan bir mekan rüyasını yaşatan Çernişevski ve Dostoyevski gibi yazarlardır. Örneğin “Yeraltından Notlar”daki karakter itilmiş olmanın verdiği duyarlılıkla bir şey yapmaya çalışır. Dostoyevski burada muhafazakar okurlara “melodramatik bir aldırmazlık pozuyla sırıtma” lafıyla saldırır. Karakterini yüceltir. Aristokrat subaya karşı yoksul memur. Memur, tavernanın yanından geçerken bir kavgaya şahit olur. Adamın birinin pencereden dışarı fırlatıldığını görür. Daha önce şahit olmadığı bu şiddet sahnesi kafasında şimşek çaktırır. Hayata katılma arzusunu açığa çıkarır.
Freud, insanın içindeki şiddet eğiliminin arzuya dönüşmesini, “kadınların en büyük orgazmının doğum sancısı olduğu” görüşüyle ifade eder. Bahsi geçen memurun, subayla karşılaşması ve sonrasında subay tarafından görmezden gelinmesi, memuru sinirlendirir. Dikkate bile değer bulunmayan birisinin acziyetiyle aşağılanmış hisseder kendini. Subay tarafından dışlanmak, memurda bir benlik arayışına yolaçar. ”ben” duygusu gelişir ve bu birey olma duygusunu doğurur. Benlik bilinci, toplumsal bilince dönüşür ve revolt (başkaldırı), revolution (devrim)’a evrilir.
“Halbuki medeni insanlar gibi hem o çekilse kenara hem sen..ama hiç olmadı böyle bir şey.” (4)
Generalin umarsız tutumu genel insanlık problemini, statü kaygısını gözler önüne kor.
“O da nesi? Birdenbire son derece şaşırtıcı bir fikir düştü aklıma. Ya dedim ona rastlar ve kenara çekilmezsem .. Kasten kenara çekilmez ve ona toslarsam.. Ne olur o zaman? Bu gözükara düşünce yavaş yavaş aklımı çelmeye başladı ve bana huzur vermez oldu. Sürekli bunu düşünüyordum” (5)
Hala bir kast toplumunda yaşamak, yeraltı insanını bunaltan belki de en önemli faktördür. Şeflik kağıt üzerinde kaldırıldı belki ama Nevski’ de bu hala devam etmektedir. Daha sonra, subayın da generallere yol verdiği fikri geçer aklından memurun . Bu dikkate değer devrimci bir keşiftir.
“Elbette zararlı çıkan ben oldum. o daha güçlüydü ama mesele bu değil. Mesele şu ki amacıma ulaşmıştım. Onurumu korumuştum. Bir adım bile geri çekilmemiş ve onunla eşit toplumsal konumumu korumuştum.” (6)
Elbette bu durum, değer yargılarını yıkmakla mümkün olmuştur. Memurun, generalle eşit statüde olduğunu anlaması için kendisi için oluşturulmuş değer yargılarını yıkması gerekmiştir. Picasso’nun “her yaratma edimi, özünde bir yıkma edimidir” lafına nazire eder bu hareket. Tabi ki Bakunin’in “yıkmak yaratıcı bir dürtüdür” lafını da unutmamak gerekir.
Şehirler ve meydanlar.. Önderler ve kitleler.. Burada kamusal alan olarak geçen Petersburg, dünyanın en soyut ve en amaçlı şehridir. Edebiyatta, her yazar için ilham kaynağı olan şehirler vardır. Bertold Brecht’in Berlin modeline ilham veren Berlin.. Steinbeck’in bütün romanlarında geçen Salinas,California.. Aynı şekilde Yaşar Kemal’in Çukurova’sı.. Orhan Pamuk’un hüzünlü İstanbul’u.. Paul Auster’ın Brooklyn’ı aynı şekilde.. Baudelaire’in Paris’i unutmadan.. Thomas Bernhard’ın Viyana’sı.. Bu şehirler, Her türden insanı içinde eritmektedir. Hikayeler gelir ve hikayeler geçer buralardan.
Daha sonra subaya bir mektup yazmaya karar verir memur. Subay, mektubu okuyunca ne kadar yoğun olduğunu görecek ve bu meydan okumaya karşı hiddetlenmek yerine, memura dostluğunu sunacaktır. “ne kadar hoş olurdu” der memur. O yüksek mevki bana kalkan olur der. İşte burada devrim kesintiye uğrar. Devrim, statükoya yenik düşer.
Sokağın vâdettikleriyle sundukları arasındaki karşıtlık, yeraltı insanına çaresiz bir hiddetin ve ütopyacı bir hasretin içine sürükler. Burada anlaşılması gereken mesele, alt sınıfların düşünmeyi, yeni bir yolda yürümeyi sokakta yeni bir varlık ve güç göstermeyi öğrenmeleri gerekliliğidir.
Kendisini radikal solcu olarak tanımlayan, günümüzün en önemli filozoflarından Slavoj Zizek; Sistemin asıl krizinin üretememek olduğunu belirtirken işsizliğin bir sektör haline geldiğinden bahseder. Amerika’da da durum felsefe, sosyoloji okuyan insanlarla konuşulduğunda, ne yapacaklarını bilmedikleri yönündedir. Fukuyama’nın ideolojilerin bittiği yönündeki savından da söz eden düşünür, bu ideolojisiz dünyada dükkanların yağmalandığını vurgular. Ona göre bugün Londra’daki isyancılar hiçbir şey istememektedir. “Sadece tüketiciler ve yağmalıyorlar. Bir boşluk çıkıyor ortaya. Yağmacıların önünde de alternatif bir talep yok. Bu, kapitalizmin yarattığı en büyük sorun. Bir boşluk yaratıyor. Bu, her zamankinden, sınıf ayrımının da ötesinde de bir barbarlık.”(7) Mimar Sinan Üniversitesi’nde gerçekleştirdiğimiz bir söyleşisi esnasında Emre Zeytinoğlu’nun da benzer yorumlarda bulunduğu günümüz bu “lümpen” kitlesi eğitilemez ve onlarla devrim yapılmaz.İsyan, bir dayanağı yoksa vandalizmden öteye gidemez.
Günümüzde yaşananları Paul Auster şu şekilde yorumlamaktadır. Kulak vermekte yarar var:
“Arap Baharı ve Ortadoğu’da yaşananlar Türkiye’yi olumsuz etkiliyor. Suriye’ye bakın! Esad dünyanın en aptal politikacılarından biri. Ülkesini mahvetti. Ortadoğu'da hatta tüm dünyada bir kaos sürüyor. Genelleştirme yaparsak ki bu ABD, Ortadoğu ve Avrupa için geçerli, herkesin fikir birliği ettiği bir durum var: Sistemin ve değerlerin yeniden düzenlenmesi lazım. Ekonomik sistem, sosyal sistem, öncelikler, çevrecilik yeniden yapılandırılmalı. Dünyamıza daha fazla adalet ve eşitlik lazım. Çok az zengin ve çok yoksul var. İletişim çağında yaşıyoruz ve artık herkes her şeyin farkında.Ortadoğu’ya bak, Mısır’da devrim nasıl çabuk yayıldı çünkü insanlar daha hızlı iletişim kuruyor. Bir örnek vereyim: 1930’larda Sovyetler Birliği’nde Stalin’in kararıyla 10 milyon toprak sahibi çiftçi öldürüldü. Çünkü o zaman iletişim ağı yoktu. Ama şimdi günümüzde telefonla bile bir katliamın fotoğrafını çekebilirsiniz. Irak’taki hapishanede Amerikan askerlerinin yaptığı şeytani vahşet yine böyle ortaya çıktı.” (8)
___________________________________________________